Laktoz İntoleransı ve Evrimsel Arka Planı

Avrupa'ya göç eden atalarımızdan miras kalan laktoz sindirme yeteneği, bugün milyonlarca insanın yaşam kalitesini etkileyen bir genetik avantaj.

Megumi Nachev'in fotoğrafı (Unsplash)

Yaklaşık 40 bin yıl önce Afrika’dan dünyaya yayılan insanlar arasından bir grup, Avrupa’yı yerleşim yeri olarak seçti. Bugün onların torunları hâlâ Avrupa’da yaşıyor ve kendilerine özgü bazı özellikleriyle tanınıyor. Çoğunlukla açık tenliler, mavi gözlüler ve süt içtiklerinde sindirim sistemleri hiçbir sorun çıkarmıyor.

Süt içebilmek neden genetik bir özellik olsun ki? Ama gerçekten öyle. Çünkü süt, içeriğindeki bir madde yüzünden herkesin kolayca tüketebildiği bir besin değil. O madde: laktoz. Laktoz, yetişkin her bünyeyle iyi anlaşamıyor. Ama insanlıkla ilişkisi oldukça eskiye dayanan bir karbonhidrat aslında.

Laktoz ve insan metabolizması

Laktoz, doğada sadece sütte bulunuyor; anne sütü dahil. Süte aromasını da veren bu maddenin sindirilebilmesi içinse laktaz adlı bir enzim gerekiyor. Bağırsaklarımızda üretilen laktaz, süt şekeri olan laktozu glukoz ve galaktoz adlı iki bileşene ayırıyor. Bu enzimin üretimi bebeklikte başlıyor ve bebekler, bu sayede anne sütünü sorunsuzca sindirebiliyor.

Ne var ki vücudumuz, sütten kesildikten sonra artık bu enzime ihtiyaç kalmadığını düşünmeye meyilli. Bu yüzden bebeklikten çıkmaya başladıkça laktaz üretme eğilimimiz azalabiliyor. Laktaz enzimi doğuştan hiç olmayan ya da az üretilen bebekler de var ama genelde bu düşüş, çocukluğun ilk yıllarında başlıyor.

Bu durumun sonuçları ise pek iç açıcı değil. Dünyanın en yaygın gıda intoleransı olarak bilinen laktoz intoleransı—ya da bilim insanlarının deyimiyle laktaz impersistansı—laktaz enzimi eksikliğinden kaynaklanıyor. İşin şaşırtıcı tarafıysa dünya nüfusunun yaklaşık %80’inin bu intoleransa sahip olması. Yani söz konusu olan, hafife alınacak bir beslenme sorunu değil.

Laktozu sindiremeyen kişiler, süt içtiklerinde vücutlarında pek hoş olmayan tepkilerle karşılaşabiliyor. Bu tepkiler yalnızca rahatsız edici değil; aynı zamanda hayat kalitesini düşüren, kişinin bulunduğu ortamda ağrı çekmesine ya da zorlanmasına neden olan etkiler. Karın ağrısı, şişkinlik ve ishal gibi şikayetler de bu tabloya en sık eşlik edenlerden.

Emrullah Karaca'nın fotoğrafı (Unsplash)

Bölgesel farklılıklar

Elde edilen bulgular, laktazın insanların sütle tanışmasından çok sonra devreye giren bir enzim olduğunu gösteriyor. Örneğin bir araştırmaya göre Avrupa’da insanlar, yaklaşık dokuz bin yıl önce süt tüketmeye başlamış. Ancak laktoz intoleransının bugünkü hâline evrilmesi yirmi bin yıl gibi uzun bir süreci kapsıyor. Yani insanlar, sütü kolayca sindiremedikleri hâlde binlerce yıl boyunca süt içmeye devam etmiş.

Peki biz laktaz enzimini ne zaman üretmeye başladık? Bu sorunun net bir cevabı hâlâ yok. Ancak yapılan araştırmalar, laktaz kalıcılığını sağlayan genetik mutasyonların yaklaşık 7.500 yıl önce Orta Avrupa’da ortaya çıktığını gösteriyor. Bu adaptasyonun tarım ve hayvancılıkla uğraşan toplumların süt tüketimine uyum sağlamasıyla yaygınlaştığı düşünülüyor.

Laktoz intoleransının özellikle Asya, Afrika ve Güney Avrupa’da daha yaygın olduğu biliniyor. Kuzeye ve doğuya gidildikçe bu oran düşüyor. Örneğin, İskandinavya’da nüfusun yalnızca %3’ü laktoza karşı hassasiyet gösteriyor. İsviçre ve Almanya gibi ülkelere geçince bu oran %10 ila %20 civarına çıkıyor. Bugün dünya genelinde insanların yaklaşık %20 ila %35’i laktozu sorunsuzca sindirebiliyor. Bunun da büyük ölçüde Avrupa’daki atalarından miras kalan genetik mutasyonla mümkün olduğu düşünülüyor.

Evrimsel baskılar

Üzerine düşünülmesi gereken bir diğer konu da insanların bir noktada laktozu sindirebilecek şekilde evrim geçirmeye mecbur kalmış olması. Çünkü zamanla süt içebilmek, adeta bir yaşam meselesine dönüşmüş. Sütü sindirebilenler hayatta kalabilmiş ve bu yeteneklerini bir sonraki nesillere aktarabilmiş.

Tarlaları verimsizleşen, su kaynakları kirlenen insanlar için elde kalan en değerli besinlerden biri süttü. Sütü sindirebilenler hayatta kalırken bu yeteneğe sahip olmayanlar, üretkenlik dönemlerine ulaşamadan hayatlarını kaybetmeye başladı. Güney Yarım Küre’de ise durum bu kadar sert değildi. Gıda arzı daha bol, kıtlık daha azdı. Bu yüzden süt içebilmek, kuzeydeki kadar hayati bir meseleye dönüşmedi. Laktoz intoleransının yarım küreler arasında bu kadar farklı olmasının temel nedeni de aslında bu.

Nationaal Archief (Unsplash)

Günümüz

Günümüzde laktoz intoleransı olan kişilerin süt ve süt ürünlerinden tamamen vazgeçmesi gerekmiyor elbette. Laktozsuz süt ve süt ürünleri, saf sütü sindiremeyenler için hayatı oldukça kolaylaştırıyor.

Gıda intoleransı olanların kendilerine uygun ürünlere ulaşabiliyor olması, elbette çok güzel. Ancak her ek özellikle birlikte artan fiyatlar, bu sevincin biraz da kursakta kalmasına neden oluyor. Hayvansal sütlerden tamamen uzaklaşıp bitkisel sütlere yönelmek de bu açıdan çok farklı bir tablo sunmuyor.

İnek sütünün insanlar için faydalı bir besin olduğu tartışmasız bir gerçek. Ama hayvansal ürünler gerçekten söylendiği kadar sağlıklı mı? Sağlıklı olsalar bile onları tüketmek etik mi? Süt içerken aklı kurcalayan sorular, artık sadece laktoz intoleransıyla sınırlı değil.

Kaynaklar

nature.com/articles/522140a

npr.org/sections/thesalt/2012/12/27/168144785/an-evolutionary-whodunit-how-did-humans-develop-lactose-tolerance

theconversation.com/ancient-dna-reveals-how-europeans-developed-light-skin-and-lactose-tolerance-43078

smithsonianmag.com/science-nature/famine-and-diseases-likely-drove-europeans-ability-to-digest-milk-180980483/

Önceki
Önceki

Endüstriyel Tasarımda Dieter Rams Çağı

Sonraki
Sonraki

Amigdala: Beynimizdeki Kertenkele